- Biraz ailenizden bahseder misiniz?
"Tabii... O yıllar yetmişli yıllar henüz… Anne ve babam ortaokul sıralarındalar ve birbirlerinin ileride birbirlerine yaşatacakları felaketlerden habersizler. O tatlı kıza kimse şunları söyleyemiyor; O adam yanlış adam. Bunu henüz bilmiyorsun ama siz aslında birbirinizden yıldızlar kadar uzaksınız, bu hatayı yapma. Ve gene kimse babama o güzel kızdan uzak durmasını ve peşini bırakmasını tembihlemiyor. Bir süre sonra da âşık gibi bir şey oluyorlar ve hikâyeleri başlıyor.
Ve bugünler, 2010’lu yıllar henüz… Geçen akşam bizimkileri görüyorum kapının orada, her şey komşunun ‘’naber?’’ sorusuna annemin ailemiz adına ‘’iyilik.’’ diye cevap vermesi kadar yalan sahiden. İki aile var sitenin otoparkında, komşu yarın oğlunun nişanının olduğunu ve bu yüzden bir hengâme içinde olduğunu anlatıyor, kocası babama annesinin rahatsızlığından bahsediyor babam ise toplumsal rolünü o kadar iyi oynuyor ki tanımasam yiyeceğim. O an hep yaptığı gibi bizden, o adamdan ya da yakınında olan başka her şeyden çok uzaklarda olduğunu kestirebiliyorum. Keşke babam çoğu baba gibi basit bir adam olsaydı. Sanırım o zaman onu sevebilirdim. Belki bir gün onu temelli kaybettiğimde onun bu saçma hayatı için üzülebilirdim."
- Anneden çok babayla ilgili sanırım soru işaretleriniz var?
"Biraz düşününce babanın gizlediği şey oğulda açığa çıkıyorsa gerçekten, babam pek makul bir adam değilmiş sahiden. Babam… Babam gerçekten sıra dışı birisi, bazen bana o kadar ilgisiz ve uzak geliyor ki onun başka bir yerlerde bizden tamamen bağımsız bambaşka bir ailesi olduğunu düşünüyorum. O eve gidiyor ve süslü bir kokona kapıyı açıp onu öpüyor, elindeki çantayı alıyor ve mutfaktaki telefon konuşmasına dönüyor son dedikoduları da almak için. Biri erkek biri kız çocuğu var, televizyonun karşısında yerde oturmuşlar. Dikkatle saçma sapan bir şeyler izliyorlar. Babamın, yani babalarının geldiklerini görünce gülümsüyorlar ona ve tekrar ekrana dönüyorlar aynı anda. Bütün bunlar olurken babam orada mı gerçekten bunu pek kestiremiyorum işte. Bence böyle bir şey varsa bile babam aslında oraya da ait değil. Yani onları da dolandırıyor, aslında o evde herkes birbirini dolandırıyor. En azından benim ailemde herkes dürüsttür. Onun tam olarak nerede, nasıl mutlu olabileceğini bilemiyorum, tek bildiğim çalışmaktan zevk aldığı. Tatil adamı değildir. Galiba babam hakkında da başka bir şey bilmiyorum. Çalışmayı gerçekten sevdiğinden de emin değilim, belki katlanmak zorunda olduğu şeyi bu şekilde yansıtarak sevmeye çalışıyordur. Kim bilir? Onun o karmaşık dünyasına girebilmeyi, ona ulaşabilmeyi isterdim. Göründüğü kadar mutlu olmadığını sezebilecek bilinçteyim çünkü. Herkese yakın ama bana uzak gelmesinin nedeni de bu olsa gerek. Onun hakkında konuşurken ne kadar olasılıklı kelimeler varsa kullandığımı fark ettim. Gizemi seviyor olmalıydı…"
- Evden uzaklaşmayı istedikçe her şeyden uzaklaşmayı istemeye başladım. Bütün suçu ebeveynlerime rahatlıkla atabilirim, sanırım yerimde olsaydınız bunun için beni suçlamazdınız.
- Ben ve arkadaşlarım, bir ortamda birbirimize yumurta atıp yiyorsa tutma dediğimizde kimse tutmazdı o yumurtaları. Sisteme ve ahlaka böyle bir başkaldırıyla büyüdük biz. Tamam, belki bazen hayatın tadını çıkartacağız diye bokunu çıkartmış olabiliriz ama aslında masum olandır karşı gelen.
- Bol yıldızlı, galaksi ve evren ötesini andıran gösterişli bir üniformanın ve bolca terle üzerine titrenmiş protein dolu gelişmiş bir vücudun altında kaliteli bir kişilik yatamaz. Bütün o üniforma merakı ve uğraşlar kişinin ilk gençlik yıllarındaki bastırılmış duygularıyla alakalıdır. Sanırım bu yüzden subaylar pek alkol sevmez, bilinçaltı risklidir.
- Polis, asker ya da tanrı gibi sözde güçlü kavramların halkı uyguculuğa yönlendirmeye çalışması ve aksi takdirde onu yasa ya da ateş gibi fenomenlerle cezalandırmaya çalışması toplumun onları istemeye istemeye sevmeye çalışmasına ve kabullenmesine neden olmuştur ve rönesansta batıda yakalanan sanattaki ve dindeki laik yapı bugün de sürdürülmeye çalışılırken bizde konformist rejim ilerleyerek amip gibi yayılmaktadır.
- Yaşadığın semti birkaç cümleyle anlatacak olsaydın neler söylerdin? sorusu üzerine
"İstanbul eşcinseldir, hem ağır ağabey hem de güzel bir kadındır. Güzel olduğu için koca götlü diyerek onu ezmeye çalışırım kendimce, öyle ki ilkokuldan beri sevdiğim insanlarla uğraşırım. O zamanlar sınıfta sevdiğim kızın kafasına silgi atardım. O silgi seni seviyorumdu aslında. İkili ilişkilerde en başından beri yanlıştım. Bugün ise size toplumla nasıl uyuşamadığımı anlatıyorum. Umarım yakında tanrıyla da aram bozulmaz. Neyim kaldı sanki ondan başka. İstanbul mu? Bizim gökdelenlerimizin yanında gecekondularımız vardır. Halka çok benzer yapılar. Aralarında uçurum vardır ama sonunda hepsi aynı caddeye çıkar." demiştir.
- Sana âşık olmak, orospunun birine tutulmak kadar umutsuz, bir köylü güzelini sevmek kadar masum ve bazen saatlerce dalıp gittiğimde bana titreyen elleriyle su getiren babamın elleri kadar tedirgin bir iş. Sen eski beraber olduğum kişilere göre sahilde geçirilen bir gün gibisin. Ve bütün bu aptal âşık laflarını bana yazdıran Julietin silüetisin.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder